Gündelik hayatın o yorucu temposundan, şehirlerin bitmek bilmeyen gürültüsünden uzaklaşmak mı istiyorsunuz? O zaman size bir sır vereyim: Pasifik’in kalbinde, henüz kalabalıkların keşfetmediği, adeta cennetten bir köşe saklı!
Benim de bizzat deneyimlediğim üzere, bazı yerler vardır ki gördüğünüzde nefesinizi keser, ruhunuzu dinlendirir ve hayatınızda yeni bir sayfa açar. İşte Palau, o eşsiz yerlerden biri.
Sadece kartpostallık manzaralar sunmakla kalmıyor, aynı zamanda bambaşka bir dünyanın kapılarını aralıyor. Maldivler’i ya da Bora Bora’yı görmüş olabilirsiniz, ama Palau’nun o saklı kalmış koyları, el değmemiş mercan resifleri ve gözünüzü kamaştıran su altı yaşamı, bugüne kadar gördüklerinizin çok ötesinde bir deneyim vaat ediyor.
İnsan, “Bu kadar güzellik nasıl olur da bu kadar az kişi tarafından bilinir?” diye hayrete düşüyor. Ama bu da onun büyüsünün bir parçası değil mi? Hatta son zamanlarda sürdürülebilir turizme olan ilgi arttıkça, Palau gibi korunmuş cennetler daha da değerleniyor, insanlar gerçekten otantik ve sorumlu bir deneyim arayışına giriyor.
Eğer siz de benim gibi, ruhunuza iyi gelecek, doğayla iç içe ve tam anlamıyla ‘keşfetme’ hissini yaşatacak bir macera arıyorsanız, doğru yerdesiniz. Gelin, Palau’nun o büyüleyici saklı güzelliklerine yakından bakalım!
Palau’nun Gizemli Cennetleri: Sualtı Dünyasının Büyülü Dansı

Daha önce böyle bir şeye şahit olduğumu hatırlamıyorum, inanın bana. Maldivler’in o meşhur turkuaz sularını, Bora Bora’nın lüks villalarını unutun gitsin. Palau’ya ilk ayak bastığımda, “Burası farklı!” dedim kendi kendime. Okyanusun altındaki dünya, adeta binlerce yıllık bir sanat eseri gibiydi. Renklerin cümbüşü, su altı yaşamının o inanılmaz çeşitliliği… Sanki bir ressamın paletinden fırlamış gibiydi her yer. Mercan resifleri, canlıların yuvası olmuş, her biri ayrı bir hikaye anlatan sayısız balık türü etrafınızda yüzüyor. Deniz kaplumbağaları sanki sizi selamlamak için özel olarak gelmiş gibi süzülürken, küçük mercan köpekbalıkları da uzaktan sizi izliyor. Benim gibi dalış tutkunları için Palau, kelimenin tam anlamıyla bir vaha. Her dalışta, daha önce görmediğiniz yeni bir canlıyla karşılaşıyorsunuz, sanki okyanusun bir sırrı daha aralanıyor gözlerinizin önünde. Suyun o berrak maviliği, güneş ışınlarının suyun altına süzülüşü… Bu hissi tarif etmek gerçekten çok zor, yaşamanız gerekiyor. Özellikle Alman Kanalı’nda dev manta vatozlarıyla yüzmek, hayatımın en unutulmaz anlarından biriydi. O narin devlerin zarif hareketlerini görmek, beni derinden etkiledi. O an, doğanın ne kadar muhteşem ve korunması gereken bir hazine olduğunu bir kez daha anladım. Hatta o kadar ki, tüm dalış ekipmanlarımı yenileme kararı aldım, çünkü Palau’nun bana sunduğu deneyim, bu hobiye olan aşkımı katbekat artırdı.
Mercan Resiflerinin Dansı
Palau’nun mercan resifleri, sadece görsel bir şölen değil, aynı zamanda ekosistemin kalbi niteliğinde. Buradaki çeşitlilik, bilim insanlarını bile hayrete düşürüyor. Bir dalışınızda canlı renklerdeki yumuşak mercanların arasında gizlenen küçük palyaço balıklarını görebilirken, diğer bir dalışınızda devasa sert mercan oluşumlarının labirentlerinde kaybolabilirsiniz. Ben şahsen, özellikle Blue Corner bölgesindeki akıntı dalışlarına bayıldım. Akıntı sizi nazikçe sürüklerken, adeta bir film izler gibi etrafınızdan geçen binlerce balığı seyrediyorsunuz. Barracuda sürülerinin o senkronize hareketleri, yırtıcı balıkların av peşindeki heyecanı… Her anı ayrı bir keşif. Buradaki mercanlar o kadar sağlıklı ki, bu, bölgenin sürdürülebilir turizm politikalarının ne kadar başarılı olduğunun da bir göstergesi. Suyun altındaki bu sessiz dünya, aynı zamanda insana kendi iç dünyasına dönme ve huzur bulma fırsatı da sunuyor. Bazen sadece bir mercan parçasının üzerine tutunup, okyanusun ritmine kendinizi bırakıyorsunuz, her şey duruyor gibi. Bu hissi başka hiçbir yerde yaşamadım, bana güvenin.
Gizli Mağaralar ve Batık Gemiler
Palau sadece canlı mercanlarıyla değil, aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan kalma batık gemileri ve gizemli su altı mağaralarıyla da ünlü. Batık dalışlarına meraklıysanız, burası tam size göre. Japonya’ya ait savaş gemileri ve uçaklar, denizin dibinde birer anıt gibi yatıyor. Yıllar içinde mercanlarla kaplanmış bu batıklar, hem tarihi bir yolculuk sunuyor hem de balıklar için yapay bir resif görevi görüyor. Özellikle Iro Maru batığı, benim en etkilendiğim yerlerden biri oldu. O devasa geminin içinde yüzmek, zaman tünelinde yolculuk yapmak gibiydi. Sanki o anları yeniden yaşıyormuşsunuz gibi bir his veriyor. Mağaralar ise bambaşka bir dünya. Özellikle Chandelier Mağarası, adını sarkıt ve dikitlerin oluşturduğu avize benzeri görüntülerden alıyor. İçeri girdiğinizde, suyun yansımalarıyla oluşan ışık oyunları sizi büyülüyor. Bazı yerler o kadar karanlık ki, fenerinizi açtığınızda ortaya çıkan manzaralar karşısında nutkunuz tutuluyor. Bu mağaralara dalmak, biraz cesaret istese de, gördüğünüz güzellikler tüm korkularınızı unutturuyor. Ben ilk girdiğimde biraz gerilmiştim ama içerideki o sessizlik ve görsel şölen, tüm endişelerimi alıp götürdü. Adeta başka bir gezegene ışınlanmış gibiydim.
Jellyfish Lake: Dokunulmaz Güzelliklerin Gölgesi
Palau’dan bahsederken Jellyfish Lake’i (Denizanası Gölü) anmadan geçmek olmaz, çünkü burası gezegen üzerindeki en eşsiz yerlerden biri. Benim için bu deneyim, sadece bir yüzme etkinliği değil, aynı zamanda doğanın ne kadar şaşırtıcı olabileceğinin bir kanıtıydı. Bu göl, milyonlarca altın denizanasına ev sahipliği yapıyor ve bu denizanası türü, avcılarının olmaması nedeniyle zamanla zehirlerini kaybetmiş. Yani, onlarla güvenle yüzebilirsiniz! Göle ilk girdiğimde, o yumuşacık, pürüzsüz dokunuşlarıyla etrafımı sarmaları inanılmaz bir histi. Sanki uzayda süzülüyormuşsunuz gibi. Onlara zarar vermeden, nazikçe aralarında süzülmek, kelimenin tam anlamıyla meditatif bir deneyim. Gölün suyuna yansıyan güneş ışıklarıyla parlayan o altın sarısı denizanası bulutu… Fotoğraflarda gördüğünüzden çok daha etkileyici, bunu kesinlikle deneyimlemelisiniz. Ancak unutmayın, onlara dokunmak veya onları yüzeye çıkarmak kesinlikle yasak, çünkü bu narin canlılar çok hassas. Ben de onlarla yüzmeden önce bu kuralları dikkatlice okudum ve her birine saygıyla yaklaştım. Bu, sadece bir göl değil, aynı zamanda bir yaşam dersi gibi; doğanın dengesini, uyumunu ve kırılganlığını gözlerinizin önüne seriyor. Çocukluğumda hiç böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünmezdim, o yüzden bu deneyim, içimdeki o çocuksu merakı da yeniden uyandırdı.
Altın Denizanasının Dansı
Jellyfish Lake’teki altın denizanası, gün boyunca suyun üst katmanlarında güneş ışığına doğru hareket eder, çünkü bünyelerindeki algler fotosentez yaparak onlara enerji sağlar. Bu günlük göç, gölde eşsiz bir gösteri yaratır. Suyun o berrak maviliğinde, parlayan altın bulutlar gibi salınan milyonlarca denizanasını izlemek, başlı başına bir sanat eseri. Onların o ritmik, nazik hareketleri, tüm dünyadaki stresinizi alıp götürüyor. Ben suyun içinde yüzerken, sanki zaman yavaşlamış gibiydi. Her bir denizanasının ayrı bir hikayesi varmış gibi geliyordu bana. Onlarla göz göze gelmeseniz de, onların varlığını tüm hücrelerinizde hissediyorsunuz. Bu göl, aynı zamanda Palau’nun benzersiz coğrafi yapısının da bir ürünü. Milyonlarca yıl önce tektonik hareketlerle yükselen bir kireçtaşı adasının içinde oluşan bu kapalı ekosistem, denizanasının bu denli evrimleşmesine olanak tanımış. Bilim insanları için de büyük bir araştırma alanı olan bu göl, bizim gibi gezginler için ise ruhu besleyen bir deneyim sunuyor. Bu anları yaşarken, bazen durup sadece izledim, hiçbir şey yapmadım. Sadece nefes aldım ve o eşsiz atmosferi içime çektim. Kendimi o kadar huzurlu hissettim ki, bu hissi başka hiçbir yüzme deneyiminde bulamadım.
Koruma ve Hassasiyet
Jellyfish Lake’in bu eşsizliği, aynı zamanda büyük bir sorumluluk da getiriyor. Ziyaretçilerin denizanasına zarar vermemesi için sıkı kurallar uygulanıyor. Güneş kremi kullanmamak, denizanasına dokunmamak veya onları yüzeyden uzaklaştırmamak gibi basit ama hayati önem taşıyan kurallar var. Bu kurallar sayesinde gölün ekosistemi korunuyor ve gelecek nesillerin de bu mucizevi deneyimi yaşayabilmesi sağlanıyor. Benim gibi bir doğa aşığı için bu kurallara uymak zaten bir görevden öte, bir saygı ifadesi. Hatta göle gitmeden önce, bu konularda bilgilendirici bir video izledim ve yerel rehberlerimiz de sürekli uyarılarda bulundu. Bu kadar narin bir ekosistemin parçası olmak, insana ayrı bir sorumluluk hissi veriyor. Gölü ziyaret eden her bireyin bu bilince sahip olması gerekiyor, çünkü bu güzellikler bize emanet. Gezdiğim onca yer arasında, doğanın bu denli korunmaya çalışıldığı ve bunun ne kadar başarılı olduğu nadir gördüğüm bir örnek. Burası, sürdürülebilir turizmin nasıl olması gerektiğine dair yaşayan bir ders gibi. Gerçekten de insan, bu kadar özel bir yerde bulunmanın ayrıcalığını derinden hissediyor.
Rock Adaları: Yeşil Cennetin Mavi Kucaklaşması
Palau’nun en ikonik görüntülerinden biri, kesinlikle Rock Adaları. Bu adalar, sanki dev yeşil mantarlar gibi suyun ortasında yükseliyor, her biri ayrı bir dünya. Ben bizzat botla adaların arasında gezinirken, her köşede farklı bir güzellikle karşılaştım. O kadar çok irili ufaklı ada var ki, her biri sanki size özel bir koy, gizli bir plaj saklıyor. Kalker kayalarından oluşan bu adalar, zamanla suyun ve rüzgarın etkisiyle aşınmış, ortaya bu eşsiz ve fotojenik manzaralar çıkmış. Özellikle kayakla adaların arasındaki dar kanallarda ilerlemek, tam bir macera. Ben kendim de bir kayak kiraladım ve o dar geçitlerden geçerken, adeta bir film sahnesinin içindeymişim gibi hissettim. Bazen öyle sessiz ve sakin bir koya ulaşıyorsunuz ki, sanki dünya üzerindeki tek insan sizmişsiniz gibi geliyor. Suyun altı da adalar kadar büyüleyici. Mercan resifleri adaların etrafını sararken, şnorkelle daldığınızda renkli balıkların ve canlı mercanların dansına şahit oluyorsunuz. Özellikle “Seventy Islands” (Yetmiş Adalar) bölgesi, biyolojik çeşitlilik açısından inanılmaz zengin. Burası, aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor ve sıkı koruma altında. Ben o adalardan birinin plajında öğle yemeği yediğimde, o anın tadını çıkarmaktan başka hiçbir şey düşünmedim. O an, tam anlamıyla huzuru bulduğum anlardan biriydi, hayatın tüm karmaşasından uzak, sadece doğanın seslerini dinliyordum.
Gizli Lagünler ve Kireçtaşı Mağaraları
Rock Adaları’nın en çekici özelliklerinden biri de, gelgitlerin yarattığı gizli lagünler ve kireçtaşı mağaraları. Bazı lagünlere sadece belirli gelgit zamanlarında dar geçitlerden geçerek ulaşabiliyorsunuz. Bu da onlara bambaşka bir gizem katıyor. Benim gibi keşif ruhlu biri için bu durum, adeta bir hazine avı gibiydi. Botumuzla bir geçitten zar zor süzülerek girdiğimiz o kapalı lagünlerden biri, hayatımda gördüğüm en berrak sulara sahipti. Sanki bir akvaryumun içine girmiş gibiydiniz. Etrafınızda minik resif köpekbalıkları ve renkli balıklar yüzerken, suyun derinliği o kadar net görünüyordu ki, hayran kalmamak elde değildi. Bu lagünler, aynı zamanda eşsiz deniz yaşamına ev sahipliği yapıyor. Kireçtaşı mağaraları ise, binlerce yıl süren doğal oluşum süreçlerinin birer kanıtı. Bazı mağaraların içine girip yüzebiliyor, sarkıt ve dikitlerin oluşturduğu doğal heykelleri yakından inceleyebiliyorsunuz. Bu mağaralar, sadece görsel bir şölen sunmakla kalmıyor, aynı zamanda adaların jeolojik tarihi hakkında da ipuçları veriyor. Buralarda gezinirken, doğanın ne kadar güçlü ve sabırlı bir sanatçı olduğunu bir kez daha anladım. Bir mağaradan çıkarken, sanki farklı bir boyuttan geri dönüyormuş gibi hissetmiştim.
Kıyı Keşifleri ve Eşsiz Plajlar
Rock Adaları’nda her köşe, keşfedilmeyi bekleyen bir güzellik saklıyor. Küçük, kumlu plajlar, adaların arasında gizlenmiş ve genellikle sadece denizden ulaşılabilir durumda. Bu plajlar, kalabalıklardan uzak, kendinize ait bir cennet köşesi arayanlar için ideal. Ben de bu küçük plajlardan birinde mola verdiğimde, o beyaz kumların ve turkuaz suyun tadını çıkardım. Telefonumun şarjı bitene kadar fotoğraf çektim, her anını ölümsüzleştirmek istedim. Ancak çoğu zaman sadece oturup o manzarayı izledim, çünkü bazı güzellikleri sadece gözlerinizle kaydetmeniz gerekiyor. Bu adaların etrafındaki şnorkel noktaları da ayrı bir macera. Deniz yaşamı o kadar canlı ki, suyun altına daldığınızda kendinizi bir akvaryumda hissediyorsunuz. Renkli balıklar, minik mercanlar ve bazen de usulca yanınızdan geçen deniz kaplumbağaları… Benim için en güzeli, bir öğleden sonrayı tamamen şnorkelle geçirip, her köşeyi keşfetmek oldu. Bir anda karşıma çıkan devasa bir denizanası, ya da uzaktan geçen bir resif köpekbalığı, her seferinde beni şaşırtmayı başardı. Adaların etrafında gezinirken, adeta zamanın durduğunu hissettim, her anın tadını çıkardım. Bu plajlar ve koylar, Palau’nun neden dünya üzerinde saklı bir cennet olduğunu kanıtlar nitelikte.
Peleliu’nun Tarihi Fısıltıları: Geçmişin İzinde Bir Yolculuk
Palau, sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda derin ve dokunaklı tarihiyle de ziyaretçilerini büyülüyor. Özellikle Peleliu Adası, II. Dünya Savaşı’nın en kanlı çatışmalarından birine sahne olmuş. Ben burayı ziyaret ettiğimde, adanın her köşesinde savaşın izlerini görmek, insana farklı bir hüzün ve saygı duygusu yaşattı. Adada, savaşta kullanılan tanklar, toplar ve siperler hala duruyor. Bunları kendi gözlerimle görmek, tarih kitaplarından okumaktan çok daha etkileyiciydi. Rehberimiz, savaşın detaylarını anlatırken, o anları sanki yeniden yaşıyormuş gibi hissettim. Bu, sadece bir ada değil, aynı zamanda bir açık hava müzesi gibi. Buradaki yerel halk, savaşın anısını büyük bir saygıyla koruyor ve ziyaretçilere de bu tarihi anlatmaktan çekinmiyorlar. Benim gibi tarihe meraklı biri için Peleliu, Palau seyahatimin en anlamlı duraklarından biri oldu. O tankların paslı gövdeleri, siperlerin sessizliği… Her şey, insanlığın geçmişindeki o acımasız dönemleri hatırlatıyor ve bir daha asla yaşanmaması gerektiğini fısıldıyor. Özellikle Bloody Nose Ridge bölgesine çıktığımda, o manzarayı izlerken derin bir düşünceye daldım. Bu adanın yemyeşil doğası ve masmavi suları, bir zamanlar yaşanan o korkunç olaylara tezat oluşturuyordu, bu da insanın içini daha da burkuyordu.
Savaş Kalıntıları ve Anıtları
Peleliu Adası’ndaki savaş kalıntıları, adanın her yerinde karşınıza çıkıyor. Japonya İmparatorluk Ordusu’nun inşa ettiği yeraltı tünelleri, mağaralar ve sığınaklar, adeta zaman tünelinden gelmiş gibi duruyor. Ben bu tünellerden birine girdiğimde, o daracık ve karanlık geçitlerde ilerlerken, savaşın ne kadar zorlu koşullarda yaşandığını daha iyi anladım. İçerideki nemli hava ve sessizlik, insana tüyler ürpertici bir his veriyor. Adadaki anıtlar da, savaşta hayatını kaybeden askerleri anmak için inşa edilmiş. Japon ve Amerikan anıtları yan yana duruyor, bu da savaşın anlamsızlığını ve barışın önemini vurguluyor. Her bir anıtın önünde durup, o dönemde yaşananlara dair kısa bir saygı duruşunda bulunmak, benim için çok önemliydi. Rehberimizin anlattığı o kahramanlık ve trajediler, adanın her köşesinde yankılanıyordu. Bir zamanlar kanlı çarpışmalara sahne olan bu yerler, şimdi huzur dolu bir atmosfere sahip, ancak o geçmişin izleri hala capcanlı. Bu kalıntılar, sadece birer demir yığını değil, aynı zamanda geçmişten günümüze uzanan güçlü birer mesaj taşıyor. Bu kadar yoğun bir tarihi, böylesine güzel bir doğanın içinde görmek, insana farklı bir perspektif sunuyor.
Peleliu’nun Sualtı Sırları
Peleliu’nun tarihi, sadece karada değil, suyun altında da devam ediyor. Adanın etrafındaki sularda, II. Dünya Savaşı’ndan kalma batık gemiler ve uçaklar yatıyor. Bu batıklar, dalış tutkunları için benzersiz bir deneyim sunuyor. Yıllar içinde mercanlarla kaplanmış bu savaş kalıntıları, şimdi deniz yaşamının bir parçası haline gelmiş. Renkli balıklar, kaplumbağalar ve mercan köpekbalıkları bu batıkların etrafında yüzüyor. Peleliu Express dalış noktası, dünyanın en iyi akıntı dalışlarından biri olarak kabul ediliyor ve burada devasa balık sürüleriyle karşılaşmak mümkün. Ben de burada bir dalış yaptığımda, okyanusun dibindeki bu tarihi kalıntıların, yeni bir yaşama nasıl ev sahipliği yaptığını gördüğümde çok etkilendim. Savaşın yıkıcılığının ardından, doğanın yeniden yeşermesi ve canlanması… Bu, umut verici bir mesaj taşıyor. Batıkların etrafında yüzmek, hem bir tarih dersi alıyor hem de eşsiz bir su altı deneyimi yaşıyorsunuz. Suyun berraklığı sayesinde batıkların detayları çok net görünüyor, bu da dalışı daha da keyifli hale getiriyor. İnanın bana, bu batıklar sadece demir yığınları değil, aynı zamanda suyun altında fısıldayan birer tarih kitabı gibi.
Palau Mutfağı: Okyanusun Lezzetleriyle Buluşma
Her seyahatimde olduğu gibi, Palau’da da yerel mutfağı keşfetmek benim için büyük bir tutkuydu. Eşsiz doğal güzelliklerinin yanı sıra, adanın mutfağı da okyanusun sunduğu cömertliği ve yerel kültürün inceliklerini yansıtıyor. Benim gibi deniz ürünleri aşığı biri için Palau, adeta bir lezzet cennetiydi! Taze yakalanmış balıklar, karidesler, ıstakozlar… Hepsi birbirinden lezzetli ve özenle hazırlanmış. Yerel restoranlarda tattığım o otantik lezzetler, damaklarımda unutulmaz izler bıraktı. Özellikle taze hindistancevizi sütüyle hazırlanan yemekler, Palauan mutfağının vazgeçilmezlerinden. Yemeklerin çoğunda bolca taze meyve ve sebze kullanılıyor, bu da onları hem sağlıklı hem de ferahlatıcı kılıyor. Ben bir akşam yemeğinde “Ukaeb” adını verdikleri, hindistancevizi sütü ve sebzelerle pişirilmiş balık yemeğini denedim ve tadı hala damağımda. Okyanusun tazeliğini her lokmada hissettim. Hatta bir gün, yerel bir balıkçı teknesine katılıp kendi balığımı yakalama şansı buldum, bu da yediğim balığı daha da özel kıldı. Bu deneyim, sadece bir yemek yemekten çok daha fazlasıydı; Palauan kültürünün bir parçası olmak gibiydi. Adanın sakinleri o kadar misafirperver ki, size kendi yemeklerini ikram etmekten, tariflerini paylaşmaktan çekinmiyorlar. Bu, benim gibi bir gurme için paha biçilmez bir deneyimdi.
Taze Deniz Mahsulleri Şöleni
Palau mutfağının kalbinde, elbette taze deniz mahsulleri yatıyor. Sabahın erken saatlerinde yakalanan balıklar, öğle yemeği ve akşam yemeği menülerinin yıldızı oluyor. Benim en favorim, taze ızgara balıklardı. Basitçe marine edilmiş ve ızgarada pişirilmiş balığın o doğal lezzeti, yanında servis edilen taze sebzeler ve hindistancevizi pilavıyla birleşince, adeta bir lezzet şölenine dönüşüyordu. Özellikle taze yakalanmış snapper veya orfoz, mutlaka denemeniz gerekenler arasında. Ayrıca, deniz kabukluları da Palauan mutfağında önemli bir yere sahip. İstiridye, karides ve yengeç gibi lezzetler, farklı soslarla ve pişirme teknikleriyle sunuluyor. Ben bir restoranda, yerel bir acı sosla servis edilen dev karidesleri denedim ve o baharatlı lezzet, damaklarımda unutulmaz bir iz bıraktı. Bir de “Sashimi” gibi çiğ balık seçenekleri de bulmak mümkün, özellikle Japon turistlerin etkisiyle bu tür lezzetler de oldukça popüler. Deniz ürünlerinin tazeliği o kadar belirgin ki, benim gibi hassas damak zevkine sahip biri bile hiçbir tereddüt yaşamadan bu lezzetlere kendini bırakabiliyor. Palau’da geçirdiğim her gün, yeni bir lezzet keşfiyle doluydu ve bu da seyahatimi daha da unutulmaz kıldı.
Yerel Lezzetler ve Meyveler

Deniz mahsullerinin yanı sıra, Palauan mutfağında tropikal meyveler ve yerel sebzeler de önemli bir yer tutuyor. Adada yetişen mango, papaya, muz ve ananas gibi taze meyveler, yemeklerin yanında veya tatlı olarak tüketiliyor. Özellikle Palauan ananasının o tatlı ve sulu lezzeti, bence dünyanın en iyisi! Kahvaltıda taze sıkılmış meyve suları ve püreleri, güne enerjik başlamanın en güzel yolu. Ayrıca, “taro” adı verilen yerel bir kök sebzesi de Palauan mutfağının temel gıdalarından. Patatese benzeyen bu sebze, genellikle haşlanarak veya ezilerek tüketiliyor. Ben taro cipslerini denedim ve gerçekten çok lezzetliydi, hafif tuzlu ve doyurucu bir atıştırmalıktı. Yerel pazarları ziyaret etmek, adanın mutfak kültürünü yakından tanımak için harika bir fırsat. Burada taze meyve ve sebzelerin yanı sıra, el yapımı atıştırmalıklar ve geleneksel tatlılar da bulabilirsiniz. Ben bir pazarda, hindistancevizi ve taro ile yapılmış küçük bir tatlı olan “kake”yi denedim ve tadına doyamadım. Bu tatlı, adanın doğal malzemelerini kullanarak nasıl lezzetli şeyler yapılabileceğinin harika bir örneğiydi. Palauan halkının mutfağa olan sevgisi ve bunu geleneksel yöntemlerle sürdürme çabası, bence takdire şayan.
Sürdürülebilir Turizm: Palau’nun Yeşil Mirası
Palau’ya yaptığım seyahat sırasında beni en çok etkileyen şeylerden biri de, adanın sürdürülebilir turizme olan derin bağlılığıydı. Hükümetin ve yerel halkın doğayı koruma konusundaki kararlılığı, dünyanın diğer turistik bölgelerine örnek teşkil etmeli. Benim gibi doğayı seven ve çevreye duyarlı bir gezgin için bu durum, Palau’yu daha da çekici kılıyor. Buradaki her şey, ekosisteme zarar vermeden, doğal güzellikleri gelecek nesillere aktarma hedefiyle planlanmış. Örneğin, Palau’ya giriş yaparken pasaportunuza damgalanan “Palau Pledge” (Palau Sözü), ziyaretçilerin adanın doğal ve kültürel mirasına saygı göstermeleri için bir taahhüt niteliğinde. Bu, bence çok akıllıca bir uygulama ve dünyanın her yerinde örnek alınmalı. Ben bu sözü okuduğumda, “işte bu!” dedim, çünkü gerçek bir değişim ancak bu tür bilinçlendirme çabalarıyla mümkün olabilir. Sadece su altı yaşamını değil, aynı zamanda karadaki ormanları ve doğal yaşam alanlarını da korumak için büyük çaba sarf ediliyor. Yerel halkın çocukluktan itibaren bu bilinci aşılaması, adanın bu kadar el değmemiş kalmasının en önemli nedenlerinden biri. Bu ülkenin bu kadar özel olmasının sırrı, aslında doğaya olan bu derin sevgide ve saygıda gizli. Gerçekten de, dünyanın bu kadar çok güzelliği kaybolurken, Palau’nun bu çabası, bir umut ışığı gibi parlıyor.
Palau Sözü ve Çevre Bilinci
Palau Sözü, ülkeye gelen her ziyaretçiden alınan bir taahhüt. Bu söz, Palau’nun çocukları adına yazılmış ve ziyaretçilerden adanın eşsiz doğasını ve kültürünü korumaya yardımcı olmaları isteniyor. Örneğin, denizde çöp bırakmamak, mercanlara dokunmamak, yerel halka ve geleneklere saygı göstermek gibi maddeleri içeriyor. Pasaportunuzdaki damga, bu taahhüdü kabul ettiğinizin bir göstergesi oluyor. Ben bu uygulamayı ilk gördüğümde, açıkçası biraz şaşırdım ama hemen ardından büyük bir takdirle karşıladım. Bu, sadece bir formalite değil, aynı zamanda bir ülkenin kendi değerlerine ne kadar sahip çıktığının ve bunu ne kadar ciddiye aldığının da bir göstergesi. Benim gibi sık sık seyahat eden biri olarak, gittiğim yerlerde böyle bir çevre bilinciyle karşılaşmak beni çok mutlu ediyor. Çünkü bu, o destinasyonun uzun vadede sürdürülebilir olacağının da bir garantisi. Rehberimiz, Palau halkının bu sözü kendi çocuklarına okuduğu gibi, misafirlerine de okuyarak onları bu konuda bilinçlendirdiğini anlattı. Bu, sadece yasal bir metin olmaktan öte, kültürel bir sorumluluk taşıyor. Bu sayede her ziyaretçi, adanın bir parçası gibi hissediyor ve doğal güzellikleri korumak için elinden geleni yapıyor. Bu, tüm dünyaya örnek olması gereken bir model, gerçekten çok etkileyici.
Deniz Koruma Alanları ve Biyoçeşitlilik
Palau, dünyanın en geniş deniz koruma alanlarından birine ev sahipliği yapıyor. Bu koruma alanları, adanın eşsiz biyoçeşitliliğini korumak ve okyanus ekosisteminin sağlığını sürdürmek için oluşturulmuş. Mercan resifleri, balık türleri, deniz kaplumbağaları ve dev manta vatozları gibi birçok deniz canlısı, bu koruma alanları sayesinde güvende. Bu alanlarda balıkçılık ve diğer zararlı faaliyetler sıkı bir şekilde denetleniyor veya tamamen yasaklanmış durumda. Ben bir dalış sırasında, koruma alanının ne kadar işe yaradığını kendi gözlerimle gördüm. Balıkların bolluğu, mercanların sağlığı… Her şey, bu çabaların ne kadar başarılı olduğunu kanıtlıyordu. Benim gibi bir dalış tutkunu için, bu kadar zengin ve sağlıklı bir su altı dünyasında yüzmek, adeta bir ayrıcalık. Palau hükümeti, bilimsel araştırmalara da büyük destek veriyor ve okyanus sağlığı konusundaki bilgimizi artırmak için uluslararası işbirlikleri yapıyor. Bu sadece Palau için değil, tüm dünya için önemli bir katkı. Bu kadar küçük bir ülkenin, dünya çapında bir çevre bilinci yaratması ve bu konuda öncü olması, gerçekten de ilham verici. Bu, Palau’yu sadece bir tatil destinasyonu olmaktan çıkarıp, aynı zamanda bir çevre koruma modeline dönüştürüyor.
Palau’da Konaklama ve Ulaşım İpuçları: Rahat Bir Tatilin Sırrı
Palau’ya yapacağınız bir seyahatte konaklama ve ulaşım, tatilinizin konforu açısından oldukça önemli. Benim bizzat deneyimlediğim üzere, doğru seçimler yapmak, gezinizi çok daha keyifli hale getiriyor. Adanın turizm altyapısı, her bütçeye uygun seçenekler sunsa da, planlamayı önceden yapmakta fayda var. Lüks tatil köylerinden butik otellere, hatta daha uygun fiyatlı pansiyonlara kadar birçok alternatif mevcut. Ben genellikle seyahatlerimde hem konforlu hem de yerel kültürü yansıtan butik otelleri tercih ederim. Palau’da da tam da beklentilerimi karşılayan, denize sıfır, küçük ve şirin bir otelde kaldım. Sabah uyandığımda pencereden gördüğüm okyanus manzarası, güne harika başlamamı sağlıyordu. Odaların temizliği, personelin güleryüzlülüğü ve size adanın her yerini gezebilmeniz için sundukları tavsiyeler… Her şey tatile harika bir dokunuş katıyor. Ulaşım konusunda ise, adanın küçük olması büyük bir avantaj. Genellikle otellerin sağladığı servislerle veya kiraladığınız araçlarla adayı kolayca gezebilirsiniz. Hatta ben bazı yerlere bisikletle gitmeyi bile tercih ettim, hem çevreye duyarlı hem de çok keyifli oluyor. Ama unutmayın, adalar arası geçişlerde genellikle tekne veya bot kullanmanız gerekecek. Bu da ayrı bir maceraya dönüşüyor, özellikle Rock Adaları’na giderken botla suyun üzerinde süzülmek, unutulmaz bir deneyim sunuyor.
Konaklama Seçenekleri
Palau’da konaklama seçenekleri oldukça çeşitli. Eğer lüks ve konfor arıyorsanız, uluslararası zincir otellerin veya özel tatil köylerinin sunduğu imkanlardan faydalanabilirsiniz. Genellikle bu oteller, özel plajlara, spa merkezlerine ve gurme restoranlara sahip oluyor. Ben de ilk gittiğimde bir iki gece böyle bir yerde kalarak kendimi şımarttım. Ancak daha otantik bir deneyim arıyorsanız, yerel işletmeler tarafından işletilen butik oteller ve pansiyonlar da harika seçenekler sunuyor. Bu yerler genellikle daha samimi bir atmosfere sahip ve adanın gerçek ruhunu hissetmenizi sağlıyor. Ayrıca, bazı yerel evlerde kalma imkanı da bulunuyor, bu da Palauan halkının yaşam tarzını yakından deneyimlemek için eşsiz bir fırsat. Benim gibi seyahatlerinde yerel halkla iç içe olmayı sevenler için bu tür seçenekler biçilmiş kaftan. Konaklama yerinizi seçerken, dalış merkezlerine yakın olmasına veya size ulaşım kolaylığı sağlamasına dikkat etmek, tatilinizi daha verimli hale getirecektir. Özellikle yoğun dönemlerde, kalacak yer bulma konusunda sıkıntı yaşamamak için rezervasyonunuzu erken yapmanızda fayda var. Ben son dakikaya bırakmadığım için çok rahat ettim, bu yüzden size de aynısını tavsiye ederim.
Palau’da konaklama ve ulaşım seçenekleri hakkında daha iyi bir fikir edinmeniz için küçük bir tablo hazırladım:
| Kategori | Özellikler | Fiyat Aralığı (Tahmini Günlük) |
|---|---|---|
| Lüks Oteller / Tatil Köyleri | Özel plaj, havuz, spa, restoranlar, dalış paketleri | 300 – 800 USD+ |
| Butik Oteller / Pansiyonlar | Yerel atmosfer, denize yakınlık, kişisel hizmet | 100 – 300 USD |
| Kiralık Arabalar | Adanın tamamını keşfetme özgürlüğü, klimalı | 50 – 80 USD |
| Taksi / Yerel Transferler | Kısa mesafeler için uygun, havaalanı transferleri | 10 – 40 USD (mesafeye göre) |
| Tekne / Bot Turları | Adalar arası geçiş, şnorkel/dalış turları | 60 – 200 USD (turun içeriğine göre) |
Ada İçi Ulaşım İpuçları
Palau’nun ana adası Koror, oldukça küçük ve ulaşım oldukça kolay. Benim tavsiyem, eğer özgürce gezmek istiyorsanız bir araba kiralamanız. Böylece istediğiniz zaman istediğiniz yere gidebilirsiniz, ki bu benim seyahat tarzıma çok uyuyor. Yollar genellikle iyi durumda ve trafik sorunu pek yok. Ancak eğer araba kiralamak istemiyorsanız, taksi veya otellerin sunduğu transfer hizmetlerinden de faydalanabilirsiniz. Kısa mesafeler için taksiler pratik bir çözüm. Adalar arası ulaşım ise tamamen tekne veya botlarla sağlanıyor. Birçok dalış merkezi ve tur şirketi, popüler adalara ve dalış noktalarına günlük turlar düzenliyor. Bu turlar genellikle ulaşımı, rehberliği ve öğle yemeğini de içeriyor. Ben genellikle grup turlarını tercih ettim, hem daha uygun fiyatlı oluyor hem de yeni insanlarla tanışma fırsatı buluyorsunuz. Ancak özel bir deneyim isterseniz, kendinize ait bir bot kiralayarak kendi rotanızı da oluşturabilirsiniz. Bu biraz daha maliyetli olsa da, benim gibi fotoğraf çekmeyi sevenler için daha fazla esneklik sağlıyor. Ulaşım planlamanızı yaparken, hava durumunu ve gelgitleri de göz önünde bulundurmanız önemli. Çünkü bazı koylara veya lagünlere sadece belirli saatlerde ulaşım mümkün olabiliyor. Tüm bu detayları önceden araştırmak, Palau maceranızın sorunsuz geçmesini sağlayacaktır.
Palau’da Yapılacak Benzersiz Aktiviteler: Keşfetmeye Doyamayacaksınız
Palau’ya gelip de sadece dalış yapmakla yetinmek, bence adanın sunduğu diğer harika deneyimlere haksızlık olur. Benim de bizzat deneyimlediğim üzere, burası sadece su altı değil, aynı zamanda karada da sizi büyüleyecek birçok aktiviteye sahip. Ben, dalışlar dışında kalan zamanlarımı adanın gizli kalmış köşelerini keşfetmeye ayırdım ve inanın bana, her biri ayrı bir maceraydı. Bir gün yemyeşil tropik ormanların derinliklerine dalıp şelalelere doğru yürüyüş yaparken, başka bir gün tarihi kalıntıları gezerek geçmişe bir yolculuk yaptım. Palau, adeta bir açık hava macera parkı gibi. Kendinizi doğanın kollarına bırakabileceğiniz, huzur bulabileceğiniz ve aynı zamanda heyecan verici deneyimler yaşayabileceğiniz bir yer. Eğer benim gibi hem dinlenmeyi hem de yeni şeyler keşfetmeyi sevenlerdenseniz, burası tam size göre. Özellikle güneş batarken, okyanusun üzerinde yapılan tekne gezileri, günün tüm yorgunluğunu alıp götürüyor. Gökyüzündeki renk cümbüşü ve okyanusun dinginliği birleşince, ortaya çıkan manzara karşısında büyülenmemek elde değil. Her bir aktivite, Palau’nun farklı bir yüzünü görmenizi sağlıyor ve adaya olan hayranlığınızı artırıyor. Bu kadar küçük bir coğrafyada bu kadar çok ve çeşitli deneyim yaşayabilmek gerçekten inanılmazdı.
Gizemli Mağara Yüzme Deneyimleri
Palau’daki gizemli mağaralar, sadece dalış için değil, aynı zamanda yüzme ve şnorkel için de harika yerler. Benim en çok etkilendiğim yerlerden biri, adı “Fantasy Island” olarak da bilinen bir mağara oldu. Buraya ulaşmak için küçük bir botla dar bir geçitten geçtikten sonra, karşınıza çıkan manzara nefes kesiciydi. Mağaranın içinde, suyun üzerine yansıyan güneş ışıklarıyla oluşan ışık oyunları, adeta büyülü bir atmosfer yaratıyordu. Suyun içindeki küçük balık sürüleri ve mağaranın duvarlarındaki oluşumlar, kendinizi adeta başka bir dünyada hissetmenizi sağlıyor. Bu mağaralarda yüzmek, aynı zamanda serinletici ve ferahlatıcı bir deneyim sunuyor. Bazı mağaraların içindeki sular, dışarıdaki okyanus suyuna göre biraz daha ılıman olabiliyor, bu da yüzmeyi daha keyifli hale getiriyor. Yerel rehberler eşliğinde bu mağaraları keşfetmek, hem güvenli hem de çok bilgilendirici. Rehberlerimiz, mağaraların oluşumu ve içindeki yaşam hakkında ilginç bilgiler verdi. Ben ilk girdiğimde biraz tedirgindim ama o eşsiz güzellikler karşısında tüm korkularımı unuttum. Mağaraların içindeki sessizlik ve suyun berraklığı, insana bambaşka bir huzur veriyor. Bu deneyim, Palau seyahatinizin en unutulmaz anılarından biri olmaya aday, bana güvenin.
Kano ve Kayakla Keşif
Rock Adaları’nın o büyüleyici coğrafyasını keşfetmenin en keyifli yollarından biri de kano veya kayak kullanmak. Motorlu teknelerin ulaşamadığı dar geçitlerden geçerek, gizli koylara ve el değmemiş plajlara ulaşabiliyorsunuz. Benim gibi doğayla iç içe olmayı sevenler için bu aktivite, adeta bir meditasyon gibiydi. Sakin suların üzerinde kürek çekerken, kuş seslerini dinliyor ve etrafınızdaki yemyeşil doğanın tadını çıkarıyorsunuz. Kano kiralayarak, kendi rotanızı oluşturabilir ve adaların her köşesini kendi hızınızda keşfedebilirsiniz. Bazı turlar, rehber eşliğinde kano veya kayak gezileri de düzenliyor. Bu gezilerde rehberiniz size adaların ekolojisi ve tarihi hakkında bilgiler veriyor. Ben bir öğleden sonrayı tamamen kayak yaparak geçirdim ve o gizli lagünlerden birinde mola verdiğimde, kendimi adeta Robinson Crusoe gibi hissettim. Etrafınızda sadece siz, doğanın sesleri ve o eşsiz manzara… Bu, Palau’da yaşayabileceğiniz en otantik deneyimlerden biri. Özellikle fotoğraf çekmeyi sevenler için kayakla keşif, harika fotoğraf fırsatları sunuyor. Okyanusun üzerinde süzülürken çektiğiniz her fotoğraf, adanın o eşsiz güzelliğini yansıtıyor. Bu aktivite, hem fiziksel olarak aktif kalmanızı sağlıyor hem de ruhunuzu dinlendiriyor.
Yazıyı Sonlandırırken
Dostlar, Palau’ya yaptığım bu yolculuk, hayatımın en unutulmaz maceralarından biriydi, inanın bana. Okyanusun kalbinde saklı bu cennet parçasının her köşesi, kendine hayran bıraktı. Rengarenk mercan resiflerinden, II. Dünya Savaşı’nın dokunaklı izlerine; zehirsiz denizanası gölünden yemyeşil Rock Adaları’na kadar her anı adeta bir rüyadaydım. Burası sadece bir tatil destinasyonu değil, aynı zamanda ruhunuzu dinlendirecek, doğayla yeniden bağ kurmanızı sağlayacak ve hayata dair farklı bir bakış açısı sunacak eşsiz bir deneyim. Eğer bir gün kendinizi Pasifik’in berrak sularına bırakmak isterseniz, hiç düşünmeden Palau’yu listenizin başına yazın. Pişman olmayacaksınız, söz veriyorum.
Palau’da Bilmeniz Gereken Önemli İpuçları
1. En İyi Ziyaret Zamanı: Palau’yu ziyaret etmek için en uygun dönem genellikle Kasım’dan Nisan’a kadar süren kuru mevsimdir. Bu aylarda deniz daha sakin, hava daha güneşli oluyor ve su altı aktiviteleri için harika koşullar sunuyor. Yoğun sezonda yerinizi önceden ayırtmayı unutmayın.
2. Para Birimi ve Dil: Ülkenin resmi para birimi Amerikan Doları (USD)’dır, bu da hesap işlerini oldukça kolaylaştırıyor. Yerel halk genellikle Palauca ve İngilizce konuşuyor, bu yüzden İngilizce bilmeniz iletişim kurmakta size büyük kolaylık sağlayacaktır.
3. Palau Sözü ve Çevre Bilinci: Palau, çevre koruma konusunda gerçekten öncü bir ülke. Ülkeye girişte pasaportunuza damgalanan “Palau Sözü” ile adanın doğal ve kültürel mirasına saygı göstermeyi taahhüt ediyorsunuz. Mercanlara dokunmamak, çöp bırakmamak ve resif güvenli güneş kremi kullanmak gibi basit kurallara uymak, bu eşsiz cenneti korumak için çok önemli.
4. Ulaşım ve Konaklama: Ana ada Koror oldukça küçük ve ulaşım kolay. Araç kiralayarak veya taksi kullanarak adayı gezebilirsiniz. Adalar arası geçişler içinse tekne ve bot turları en yaygın yöntem. Her bütçeye uygun konaklama seçeneği bulmak mümkün, ancak özellikle yoğun dönemlerde erken rezervasyon yapmakta fayda var.
5. Güneş Kremi ve Su Altı Ekipmanları: Tropikal iklim nedeniyle güneş kremi olmazsa olmaz, ancak lütfen mercanlara zarar vermeyen ‘resif güvenli’ ürünleri tercih edin. Kendi şnorkel veya dalış maskeniz varsa getirmek her zaman daha rahat olabilir, yoksa yerel dalış merkezlerinden kolayca kiralayabilirsiniz. Bu size hem hijyen hem de konfor sağlar.
Önemli Hususlar
Palau, doğal güzellikleri, zengin su altı yaşamı ve köklü tarihiyle gerçek bir keşif durağı. Ziyaretiniz boyunca doğaya ve yerel kültüre saygılı olmak, adanın sürdürülebilir turizm anlayışına destek olmak anlamına geliyor. Özellikle deniz yaşamına karşı hassas davranarak, gelecek nesillerin de bu eşsiz cenneti deneyimlemesini sağlamak hepimizin sorumluluğunda. Unutulmaz anılar biriktireceğiniz ve ruhunuzu dinlendireceğiniz bu adalar ülkesi, eminim ki kalbinizde özel bir yer edinecek. Buradan ayrılırken, sadece harika fotoğraflarla değil, aynı zamanda huzurlu bir ruh hali ve doğanın gücüne dair derin bir anlayışla döneceksiniz.
Sıkça Sorulan Sorular (FAQ) 📖
S: Palau’yu Maldivler veya Bora Bora gibi popüler destinasyonlardan ayıran, onu bu kadar özel kılan ne?
C: Ah, canım okuyucularım, işte bu soruyu tam da ben soracaktım! Maldivler’i de, Bora Bora’yı da gördüm, ikisi de kendi güzelliklerinde harika yerler. Ama Palau…
Palau bambaşka bir dünya, sanki doğa ana buraya bütün cömertliğini dökmüş de sonra kimse bozmasın diye saklamış gibi. Biliyor musunuz, burası o lüks resortların, üst geçit bungalovlarının ötesinde, gerçekten “el değmemiş” bir cennet.
Maldivler’de daha çok o tatlı, sakin lüks ve plaj keyfi ön plandayken, Bora Bora’da volkanik manzaralar ve romantik kaçamaklar öne çıkıyor. Ama Palau’nun asıl büyüsü, suyun altında saklı.
Burası resmen bir “Su Altı Serengeti” gibi! Dünyanın en zengin mercan resiflerinden bazılarına ev sahipliği yapıyor, o renk cümbüşü, o canlılık… Bir de meşhur Denizanası Gölü var ki, içinde sokmayan milyonlarca denizanatıyla yüzmek, inanın bana, hayatta bir kez yaşanması gereken bir deneyim.
Ayrıca, burası sürdürülebilir turizme o kadar önem veriyor ki, her gelen turistten bir “Palau Sözü” alıyorlar, yani doğayı koruma taahhüdü. Bu bilinçli yaklaşım, burayı gerçekten eşsiz kılıyor.
Hani bazen gittiğiniz yerlerde “Burada gerçekten bir şey keşfettim!” dersiniz ya, Palau tam olarak o hissi yaşatıyor bana. Diğerleri ne kadar güzel olursa olsun, Palau’nun ruhu bir başka, tam bir kaşif ruhuna hitap ediyor.
S: Palau’ya ulaşım nasıl sağlanıyor? Türkiye’den gitmek ne kadar zorlu bir süreç ve vize işlemleri nasıl?
C: Şimdi gelelim işin biraz daha pratik kısmına. “Peki bu cennete nasıl gideceğiz?” dediğinizi duyar gibiyim. Açıkçası, Maldivler veya Avrupa’daki popüler destinasyonlar kadar kolay bir ulaşımı yok, ama inanın bana, o uzun yolculuk her bir zahmetine değiyor!
Türkiye’den Palau’ya direkt uçuş maalesef yok. Genellikle, önce büyük Asya şehirlerinden birine (örneğin Seul, Tokyo, Manila veya Taipei) uçmanız gerekiyor.
Buralar aktarma noktaları oluyor ve ardından Palau’nun Koror adasındaki uluslararası havalimanına (ROR) aktarmalı bir uçuşla devam ediyorsunuz. Yani, birkaç aktarmalı ve uzun bir yolculuk sizi bekliyor.
Ama düşünün ki, bu yolculuk sizi dünyadan izole, bambaşka bir güzelliğe taşıyor. Vize konusunda ise, Türk vatandaşları için Palau genellikle kısa süreli turistik ziyaretlerde vize istemiyor, yani kapıda vize alabiliyorsunuz veya belirli bir süre için vizesiz giriş hakkınız oluyor.
Ama yine de, seyahat planı yapmadan önce güncel vize gereksinimlerini ve pasaportunuzun geçerlilik süresini kontrol etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Biliyorsunuz, bu tarz kurallar zaman zaman değişebiliyor.
Ben de her seyahatimden önce mutlaka konsolosluk sitelerini kontrol ederim, sürpriz yaşamak istemeyiz değil mi? Biraz meşakkatli olsa da, o ilk adımı Palau topraklarına attığınızda tüm yorgunluğunuzun anında kaybolduğuna şahit olacaksınız, ben garantisini veririm!
S: Palau’da yapılacak en popüler ve kesinlikle kaçırılmaması gereken aktiviteler neler? Özellikle su altı dünyası için tüyolar alabilir miyiz?
C: Ah, işte benim en sevdiğim kısım! Palau’da ne mi yapılır? Asıl soru, “Palau’da ne yapılmaz?” olmalı bence!
Eğer benim gibi bir deniz aşığıysanız, burası sizin için bir rüya olacak. Tabii ki en başta, eşsiz su altı dünyasını keşfetmek geliyor. Tüplü dalış veya şnorkelle dalış yapmasanız bile, o berrak turkuaz sulara kafanızı soktuğunuz anda bambaşka bir evrene giriyorsunuz.
Kesinlikle gitmeniz gereken yerlerin başında, dünyaca ünlü Denizanası Gölü (Jellyfish Lake) geliyor. Milyonlarca, evrimleri gereği sokma yeteneğini kaybetmiş denizanatıyla yüzmek, tarifi imkansız bir duygu!
Bir diğer efsanevi dalış noktası ise Blue Corner. Burası köpekbalıkları, barakudalar ve türlü türlü deniz canlısıyla dolu, adeta su altı bir otoban gibi.
Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma batıkları keşfetmek de inanılmaz bir deneyim. German Channel ise manta vatozlarını görmek için harika bir yer. Dalış yapmayanlar içinse, Rock Adaları arasında kano veya kayıkla gezintiye çıkmak harika.
O küçük adacıkların arasında kaybolmak, el değmemiş koylarda yüzmek… Sanki Indiana Jones gibi bir yerleri keşfediyorsunuz. Karada ise, şelaleleri ziyaret edebilir, küçük köylerde yerel kültürü deneyimleyebilirsiniz.
Ama itiraf etmeliyim ki, Palau’ya gelen herkesin kalbi suyun altında atıyor. Ben de orada geçirdiğim her anı, suyun altındaki o muhteşem renklere ve canlılığa hayran kalarak geçirdim.
Şnorkeliniz ve mayonuz hazır olsun, çünkü Palau’da denizden çıkmak istemeyeceksiniz!






